sıra sende türkiye birincisi kim oldu

GelinimMutfakta 133. Bölümde gün birincisi olan yarışmacı 1 çeyrek altın kazandı! Gün toplamında kaynanalardan yüksek puanları Başak Kuvel ve Burcu Sobay aldı! 1 çeyrek altını ise, en yüksek puanı alan gelin kazandı!Gelinim Mutfakta, Fatih Ürek’in sunumuyla Kanal D’de ekrana geliyor. İyibir lisede eğitim görmek isteyen öğrenciler arasından LGS’de kim birinci oldu merak ediliyor. Uzun bir maratonun ardından sınav sonuçlarına kavuşan öğrenciler tüm soruları Kuaförüm Sensin yarışmasında gün birincisi kim olacağı şimdiden merak ediliyor. Kamu Personeli 11 Kasım 2019 Son güncelleme: 11 Kasım 2019 Facebook Twitter WhatsApp Telegram Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Temmuz 2019'a ilişkin iş gücü istatistiklerini açıkladı. Buna göre, Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı, temmuzda geçen yılın aynı ayına göre 1 milyon 65 bin kişi artarak 4 milyon 596 bin kişiye çıktı. İşsizlik oranı 3,1 puan yükselerek yüzde 13,9 oldu. Pazar akşamı yapılan üçüncü sms oylamasının sonuçları noter tarafından Acun Ilıcalı'ya teslim edildi. Ilıcalı O Ses Türkiye 2019 birincisini belirleyen sonuçları canlı yayında açıkladı. O Ses Türkiye 2019'un şampiyonu ise Ferat Üngür oldu. Murat Boz ise takımından Ferat Üngür'ün şampiyon olmasıyla büyük Site De Rencontre Espagnol En France. - 1134 Son Güncelleme - 1134 Jüri üyeliğini Işın Karaca, Mustafa Keser ve Metin Şentürk’ün üstlendiği, ekranların yepyeni müzik yarışması Sıra Sende Türkiye’ 22 Temmuz 2017 Cumartesi akşamı TRT 1 ekranında izleyici ile buluşuyor Ekranların merakla beklenen televizyon programı Sıra Sende Türkiye’ sayılı günler sonra TRT1 ekranlarında başlıyor. Yaz boyunca her Cumartesi ve Pazar günü izleyici ile buluşacak olan Sıra Sende Türkiye’, birbirinden yetenekli yarışmacılarının kıyasıya mücadelesine ev sahipliği yapacak. Sunuculuğunu Uraz Kaygılaroğlu’nun yapacağı, jürisinde ise Türk müziğinin sevilen isimleri Işın Karaca, Mustafa Keser ve Metin Şentürk yer aldığı Sıra Sende Türkiye’ müzik yarışması, 22 Temmuz 2017 Cumartesi akşamı ilk bölümü ile TRT1 ekranlarında yer alacak. Büyük Ödüle Giden Kıyasıya Yarış! Her hafta birbirinden iddialı 16 yeni yarışmacının yarışacağı Sıra Sende Türkiye’de, on hafta boyunca her bölümde belirlenecek hafta birincileri, final haftasında yarışacak ve kazanan büyük ödül olan TL’nin sahibi olacak. Oylamada, ana jürinin yanı sıra 20 kişilik orkestranın ve 5 kişiden oluşan halk jürisinin de söz sahibi olacağı programda, yarışmacılar Arabeskten jazz müziğine, Türk sanat müziğinden türkülere kadar her tarzda şarkıyı seslendirecekler. Yarışma başvuruları ise adresinden ve 0532 274 78 59 numaralı WhatsApp hesabından yapılabilecek. Etiketler Sıra Sende Türkiye’, disney+, 14 haziran’da türkiye’de yayına başlayacak! sıra sende hbo max DETAYLI ARAMA Arama Türü Tümü Haberler Tüm Haberler yks türkiye birincisi kim oldu A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z 0-9 Aranan Kelime YKS TÜRKİYE BİRİNCİSİ KİM OLDU ile ilgili son dakika haberleri için doğru sayfadasınız. YKS TÜRKİYE BİRİNCİSİ KİM OLDU haberlerini kapsamlı bir şekilde sitemizde bulabilirsiniz. Ülkeden ve dünyanın dört bir yanından gelen YKS TÜRKİYE BİRİNCİSİ KİM OLDU haberleri anında editörlerimiz tarafından sitemize eklenmekte ve bilgiler dakika dakika güncellenmektedir. En güncel, yeni, son dakika YKS TÜRKİYE BİRİNCİSİ KİM OLDU haberleri saatine göre kapsamlı bir şekilde sayfamızda yer almaktadır. 1 kayıt bulundu İngilizler, 30 Ekim 1919'da Urfa’daki "işgali Fransızlar'a devrettiler!".. Yani, sömürgeciler Türkiye'yi "paslaşarak" paylaşıyordu! "Artık sıra sende, işgali sana devrediyorum!" gibi., İngiliz- lerin amacı, Fransızlar'ı Anadolu içlerine sızmaya teşvik etmekti. Fransızlar'ı sonuç alamayacakları bir alana sürerek Musul'u gözden kaçırmaya mu? Hiç anlamam" dedi Kartal. Nerden çıkarmıştı şimdi sevgilisi böyle bir yarışmayı ki. Ara sıra bir şeyler karalıyordu, Sinem'in çok beğendiği, ama bilimkurguya hiç girmemişti. "Yok be kızım " diye devam etti, "Ben kim, bilimkurgu kim, hem öyle yarışmalarda kazanacaklar bellidir şimdiden. Hayatını buna adamış insanlar var sonuçta". Ne kadar ısrar ettiyse de Sinem, kabul ettiremedi. O akşam eve döndüğünde Kartal da düşündü bu yarışmayı. Bilimkurgu ilkokulda ana ilgi dalıydı gerçekte. Büyüdükçe çevresinden alacağı tepkilerden korktuğu için farklı konulara yönelmişti. Ama içinde bir yerde hala bir şeyler vardı parlayan. O zamanki kitaplar geldi aklına okuduğu. Kendisi de bir öykü yazsa böyle bir şey olurdu herhalde. Herhalde Hugo kazananlar kendisi gibi insanlar değildi. Onların beyinleri daha farklı çalışıyordu belki, kendisinin olmadığı kadar yaratıcıydılar. Bunları düşüne düşüne yattı, yorulacaktı ertesi gün, IKEA'ya gideceklerdi çünkü. Her gezdiklerinde yoruluyordu koskoca mağazayı. Türkler İsveçliler gibi değil herhalde diye düşünüp gülümsedi. Öğlene kadar çalıştı sonraki gün. Sinem'i aldı evinden. Sevmiyordu AVM'leri, ama gitmeden de olmuyordu çeşitli sosyal anlaşmalar gereği. Bayılıyordu IKEA'ya Sinem. En son geldiklerinde 6 saat kalmışlardı içerde. Kartal'sa sadece sosisli sandviç satılan yer ile kestirmelerini seviyordu. Bazen Sinem'e fark ettirmeden bir yerden girip diğerinden çıkıyorlardı. Sinem hep anlıyordu sonra ve kızıyordu. Baştan başlıyorlardı gezmeye sonra. Birkaç mağaza dolaştıktan sonra, her Türk ailesi ve aile olmaya özenen bireyleri gibi, girdiler mobilya mağazasına. İsveççe şeyler yazıyordu duvarlarda, altlarında da Türkçesi. Telefondan çevirmeye çalıştı metni Türkçeye, dil bulunamadı yazıyordu. Türkçeye uyarlayamıyorlar hiçbir şeyi diye kıllandı Kartal. Yukarı çıktılar. Sinem her zaman olduğu gibi en ufak ürüne kadar inceliyordu yine. Kadınları anlayamayacaktı hiçbir zaman. Başta yanından ayrılmadı. Yarım saat kadar sonra hala girdikleri alandan ayrılmamışlardı ve standart erkek dikkat dağılma süresi geçmişti. Tek başına dolaşmaya başladı Sinem'i çekemeyince. Kısayol tabelasını görünce keyfi yerine geldi. Sonda restoran kısmında beklerdi olmazsa Sinem'i. Yolun önüne büyük bir şifonyer gelmişti. Öbür tarafta insanları görebiliyordu. Böyle bir şey tabi ki engel olmayacaktı Kartal'a. Kimsenin kendine bakmadığına dikkat ederek itti görünüşünden daha ağır olan dolabı ve geçti diğer taraf. Bir ürperme hissetti aradan geçerken, hava akımıdır herhalde diye düşündü. Restoranda bir masaya geçti oturdu. Sinem'e haber vereyim de meraklanmasın diye düşündü. Çalmadı telefon. Baktı, hat yoktu. Biraz önce girmişti daha internete. Küfretti telefon şirketine. İstanbul’un göbeğinde bile böyleyse köylerde ne yapsınlardı insanlar. Kalktı, içecek bir şeyler alayım bari diye düşündü. Kasaya giderken, Araplar yakında iyice işgal edecek burayı da diye düşünde. Tabelalarda da İngilizce yazmaya başlamışlardı tüm yemekleri onlar için. Kendi ülkemizde ikinci sınıf vatandaş olduk diye söylenmişti daha iki gün önce Sinem'e. Unutmayayım da göstereyim bunları dedi kendi kendine. Kasadaki kadın gereğinden fazla güzel ve makyajlıydı sanki. Sıcak içecek dedi, anlamadı kadın, garip bir şey söyledi. Bunlarla uğraşacağız herhalde şimdi de, Suriyeli herhalde. Resmi gösterdi, kadın anladı kupayı verdi, parayı kabul etmedi ama. İngilizce galiba bir şey diyordu, ama "Dollar or Dinar only", garip bir şiveydi ama. Sinirlendi, bu kadarı da fazlaydı. Kavga etmedi ama, bıraktı kupayı, ayrıldı kasadan. Sevmezdi sorun çıkaran adam olmayı, şikayet edecekti çıkarken ilk önce müşteri hizmetlerine, sonra internetteki bütün şikayet sitelerine. Sıkılmıştı, garipti her yerde İngilizce ve Arapça şeyler yazıyordu. Girerken öyle değildi. Telefona yine baktı. Hat vardı, ama Arapça bir şey yazıyordu üstte altta da ETISALAT diye bir şey yazıyordu, bir şeyler dönüyordu. Telefon etti Sinem'e hemen, telefonunuz yurtdışı aramalar kapalı diye bir kayıt çıktı. Kıllanmıştı had safhada, koşarak ilk girdikleri yere dönmeye çalıştı, o aradan girdi tekrar, dolap gitmişti. Etrafta farklı insanlar vardı, Arap, İngiliz tipli ama Türk yoktu hiç. Sinem de yoktu. Telefonunda haritalara bastı. Bekledi biraz. Dubai'yi gösteriyordu mevkii, Dubai, IKEA'yı. Allak bullak oldu kafası, anlamsızca koşmaya başladı mağazada. Sonunda dışarı çıkabildiğinde, sıcak ateş gibi vurdu yüzüne. Gerçekti, İstanbul'da değildi artık. "Artık Kansas'da değiliz galiba" sözü geldi aklına nedensizce. Bir şey yapmalıydı, tekrar girdi mağazaya. Kime anlatacaktı, kime inandıracaktı kendini. Tekrar girdi aynı yerden değişen bir şey yoktu, bakmaya başladı etrafa, bir şey aradı. Kısayol işaretlerine baktı özellikle, şurada da vardı bir tane ondan da geçti, yok aynıydı herhalde. İlerde bir tane daha gördü, yaklaştı - önünde benzer bir şifonyer vardı. Tam itecekken birisi bağırdı arkasında. Baktı güvenlik görevlisi gibi bir adamdı, bir şeyler söylüyordu Arapça. “I don't understand” dedikten sonra şifonyeri itmeye devam etti Kartal. Adam dur diye bağırdı, elinde bir şey vardı. Tabanca mı, şok cihazı mı anlamadı, ama durmayacaktı Kartal. Bu şansı kullanması lazımdı. Koştu açılan küçük yerden içeri. Ve geçti öteki tarafa. Değişmişti sanki etraf, aynıydı da insanlar değişmişti. Uzakdoğuluydu herkes. Dün akşam çok mu düşünmüştü bilimkurgu hikayelerini? Uyanamamış mıydı daha? Çimdik olayına girmeyecekti, klişeleri yıkmasıyla övünürdü hep. Duvara vurdu elini, içeri girdi eli, etraftaki insanlar ona baktılar, acıdı ama eli. Uzaklaştı oradan koşarak, şifonyerli kestirmeyi aramaya başladı yine. Hele bir bulsun Sinem'i gösterecekti bilimkurgu nasıl olurmuş diye. Karşıdan Dubai’dekiyle aynı kıyafeti giymiş iki güvenlik görevlisinin geldiğini gördü, biri telsizle konuşuyordu ve ona bakıyorlardı. Geri döndü ve bakmaya başladı etrafa, bir kestirmeden geçti ve asansöre bindi hemen. Kapatma düğmesine bastı. Çok ağır kapanıyordu kapı. İki görevli tam yaklaşırken kapı kapandı ve aşağıya inmeye başladı asansör. Sırıttı kendi kendine Kartal, şanslıydı. Asansör alt kata indiğinde kapı yavaşça açılmaya başladı. İki adamı karşısında gördüğünde, Kartal IKEA'da olduğunu hatırladı. Ani bir hareketle üstlerine atladı. Devirdi onları ve aralarından koşarak merdivenleri çıktı. Niye böyle yapmıştı bilmiyordu, ama kötü bir şeyler hissediyordu. Etrafa baktı, görünmüyordu şifonyer hiç geçitlerin önünde. Birinden girdi birinden çıktı. Dolapların arkasın saklanarak hareket etti. Yine gördü uzakta adamları. Büyük bir kütüphanenin arkasına saklanırken bir şey içeri çekti onu. Başka bir kestirmeden geçmiş, farklı bir IKEA'ya gelmişti sanki. Etrafına baktı, sarışın uzun insanlar çoğunluktaydı, İsveç’deydi herhalde. Şu güvenlik görevlileri de öyleydi. Kaçmaya kalktı, arkasından başka biri sprey sıkarak bayılttı. Uyandığında bir yatağa uzanmıştı, şu HÖVAG dedikleriydi galiba. Sinem yüzünden ne kadar saçma şey biliyordu? Ne kadar zaman geçmişti acaba? Sinem merak etmiş miydi onu? Niye bağlamışlardı kendisini? Kimdi bu adamlar? IKEA niyeydi? Ne oluyordu allah aşkına kendisine? Böyle düşünürken tam, iki tane siyah giymiş adam kendisine yaklaştı. Siyah giyen adamlar gibiydiler aynı. Birden gözlerine inanamadı, bular gerçekten Will Smith ve Tommy Lee Jones'du. "Merhaba" dedi Tommy ya da kimse artık. Türkçe konuşuyordu. "Bizler dünyayı dünya dışı varlıklardan koruyan bir birimin elemanlarıyız". Metalik bir sesti. Bunun gerçek Tommy Lee Jones olduğunu düşünmesini beklemiyorlardı herhalde. Bakın diye bağırdı Kartal, her şeyi yapabilirsiniz ama lütfen alay etmeyin benle. Şu yaşıma kadar binlerce film/dizi seyrettim. Dün Sinem yüzünden Senden Önce Ben diye bir saçmalığa bile katlandım, bunun onunla ilgisi yok gerçi ama ne kadar dayanıklı olduğumu anlarsınız diye söyledim. Klasik hafıza silme saçmalığına geçmeden önce gerçekten kim olduğunuzu söyler misiniz? Her filmde öyle oluyor çünkü. İki adam da boş gözlerle ona bakıyorlardı. Birden otomatik açılır kapı gibi iki yana doğru kaymaya başladılar. Garip bir yaratık, daha önce hiç düşünemediği, hayal edemediği, şeklini tahayyül etmediği bir şey geldi yanına. Hep uzaylı olur zaten diye aklından geçirdi Kartal. Merhaba ülen Ege bölgesinden ses örneklemesi yapmışlar diye düşündü Kartal. Şimcik biz büüle yönetiyoz idünyayı IKEA'lar vastasıyla gari.İngilizce konuşsa daha kolay olur diye düşündü Kartal Evet düşünceleri de okuyabiliyoruz biz. Çok gelişmiş bir ırkız senin de fark edebileceğin gibi Gelişmek de göreceli diye düşündü Kartal Onu da okuduk. Bize normalde İsveçliler diyorsunuz ama biz Burada Kartal'ın hiç anlayamadığı bir kelime söyledi 80 yıl önce dünyaya indiğimizde ilk önce gerçek İsveç ırkını yok ederek yerlerine geçtik. Dünyayı inceleyip yok edilip edilmeyeceğine karar verecektik o zamanlar. İkinci dünya savaşında olanları yaşayınca sizin kendi kendinizi yönetemeyeceğinize karar verdik. Bu uzaylılar da pek bilmiş oluyor hep diye düşündü Kartal Biliyorduk her şeyi. O yüzden IKEA'yı kurduk daha savaş bitmeden. İlk önce çevre ülkeleri sonra tüm dünyayı onlar üzerinden yönlendirmeye başladık. 16 yılda bir tüm IKEA'larda sistem kontrolü yapılır, bu kez kontroller esnasında gerekli önlemler alınmadığı için sen bizim kestirme dediğimiz ara yolları keşfettin. Bunun sorumlusu olan arkadaş gereken cezayı aldı. Şimdi sıra sende. Hafızanı normalde bu arkadaşlara sildiriyorduk, ama bir sorun var sanki. Dünyaya en uygun, dikkat çekmeyecek ikilinin bu olduğu söylenmişti bana Çok gelişmiş ırkmış, şifonyerlerle geçidi kapatmak, Will Smith'i buraya getirmek, daha ne salaklıklarını göreceğim bakalım diye düşündü Kartal Fazla düşünme lütfen, seni atomlarına ayırmak da hala düşündüğümüz bir seçenek. Şimdi dünyalılar için özel olarak tasarlanmış bu alete bakarsan dikkatle iki dakika sonra her şey bitecek. Başka bir seçeneğim yok herhalde diye düşündü Kartal Evet yok. Sakin ol ve derin bir nefes al. Baktı Kartal ve kafasına bir cisimle vurulduğunu hissetti. Ülen, haden daha bi moderin dütme yöntemi bülemediniz gari, diye bir ses duydu en son. Birisi sarsıyordu kendini, açtı gözlerini Sinem'di. Ya, ne kadar küt bir adam oldun sen, şu canım HÖVAG yatakta uyunur mu mağazada hiç. Utanıyorum senle geldiğim için buraya Kartal, bir saattir seni arıyordum burada. Özür dileyerek kalktı. Garip ama her şey aklındaydı, rüya olarak değil gerçekten yaşadığının bilincindeydi. İlerde önünde şifonyer olan kestirme geçide baktı ve güldü. Hadi gidelim dedi Sinem'e. Hadi sevgilim. Herhalde bu hafıza silme aleti, balık hafızalı Türklere göre yapılmamıştı. Mağazadan çıkarken Sinem hala konuşuyordu HAMARVIK, HESSENG diye. Bir hafta sonra akşam Kartal bilgisayarda oyalanırken, Sinem üzüntüyle yanına geldi. "Duydun mu IKEA Türkiye'den çıkma kararı almış, neden acaba, nereye gideceğiz biz artık ya" diye sızlanmaya başladı. Kartal gülümseyerek elini kafasındaki şişiğe götürdü. "Buluruz bir yer yavrum dedi”. Sonra bilgisayarda yeni bir metin dosyası açıp yazmaya başladı. "Bilimkurgu mu? Hiç anlamam".♾️ İnsanlık Laboratuvarı Anadolu Dur ve yeter artık demenin vakti geldi. Yaşadığımız tüm zulmün adresi emperyalizmin kendisi ve yerli işbirlikçileridir. Kişiler ve olaylar üzerinden hamaset edebiyatı yapmadan gerçekleri farklı bir bakış açısıyla yazacağım. 23 Nisan 1920 tarihinin 102. yıl dönümünde egemenliğin ne anlama geldiğini idrak etmemiz gereken kritik bir dönemden geçiyoruz. Zamanın emperyalist, tefeci ve sömürgecisi İngiltere ve batı Osmanlı sonrası Anadolu üzerinde ki emellerine ulaşamayınca bu görevi Amerika Mustafa Kemal Atatürk sonrası üstlenir. 1940'lı yıllarda dünya da sömürge düzenini bütün dünyaya yaymak adına laboratuvar ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti'ni seçiyorlar. Bütün bunlar ortaya çıktı. Yazar M. Emin Değer Emperyalizmin Tuzaklarında ki ülke Oltada ki Balık Türkiye adlı kitabında açık açık anlatıyor. Sömürge için laboratuvar ülke olarak ülkemizi seçtikten sonra ana hatlarıyla özellikle gençler öğrensinler diye yaşananları kısa kısa ve tarihi dönemeçleriyle içimizde kimlerle nasıl işbirliği içinde bunu yapmak istediler bu yazıda onları kendi penceremden gördüğüm şekliyle ele alacağım. Bu dönemin başlangıç noktası 10 Kasım 1938 tarihidir. Hatta bu tarih iç işbirlikçiler tarafından beklenen ve harekete geçilen tarihtir. Devrimin lideri ve emperyalizme karşı savaşı kazanmış yalnız iç cehalete karşı ömrü yetmediği için devrim yarım kalmıştı. Toplum akılcı, bilimsel bir eğitim süreci ile sağlamlaştırıldığında üreten, sorgulayan ve asla teslim alınamaz bir toplum olduktan sonra demokrasinin oturacağını geri dönüşün olanaksız olacağını biliyordu. Öyle olmadı. Atatürk yaşarken bile çok partili siyasi sistem denemeleri yapıldı. Toplumun henüz devrimi tam kavramadığını insanlık devrimini koruyacak kıvama gelmediğini toprak reformu yapılamadığı için feodal ağalık sisteminin çok güçlü olduğunu bir gün bu gücün başka bir niyete evrileceğini görüyordu. Nitekim toplumu bölmek, birlik ve beraberlik duygusunu yok etmek batının yozlaşmış kültürü ile kültür soykırımı yapmak için ideolojik, mezhepsel ve ırkçı temelde ayrıştırmak adına ilk siyasete el atıldı. Toprak ağalığından gelmiş Celal Bayar yönetiminde Adnan Menderes emperyalizmin bu görevine talip oldular. İsmet İnönü Atatürk sonrası devrimi devam ettirmek ve geliştirmek adına yeterli bir dirayet gösteremedi. Siyasetten sonra ikinci bölücülük sınıfsal ayrımcılık doğuracak her mahallede bir milyoner adı altında Amerikan emperyalizmi çıkarları adına göbekten bağlı işbirlikçiler bulundu ve bunlar devletin ve ulusun kaynakları yasal kılıflar, destekler aktarılarak beslendi. Bir gün büyük bir tehdide dönüşeceği ön görülmek istenmedi. Küçük Amerika olacağız diye yola çıkarak Cumhuriyet Halk Partisinden ayrılarak çok partili siyasi sisteme İsmet İnönü'nün desteği ile günümüze kadar iktidar olacakları sağcı, dinci, sermayeci ve sözde milliyetçi bir yönetim anlayışı günümüze kadar ülkemizi emperyalist çıkarlara uygun bir şekilde uyumlu yönettiler. Süt tozuna kan satarak nato denen felakete üye olarak Kore'de askerimizi Amerikan çıkarları adına savaştırdılar. Birlik ve beraberliği ayakta tutan dünyada örneği olmayan Köy Enstitüleri eğitim seferberliği projesini durdurarak aslında Türk Milletini durdurdular. Laik eğitim sistemi ile insan yetiştirmek emperyalizmin çıkarlarına ters düşüyordu eğitimi din düzeyine düşürerek imam hatip okullarını halka layık gördüler. Bütün bu kıyım üç başlık altında yapıldı. ✓ İdeolojik bölünme ✓ Irkçı milliyetçilik ile bölünme ✓ Mezhepsel bölünme Kutuplaşan toplumlarda akıl, fikir ve duygular kavga ettirenlere çalışır. Komünizm tehdit olarak gösterildi bir taraftan bu ideolojiyi destekleyen siyasi partilerin faaliyetleri başlatıldı. Ulus devlet yapısını yok etmek adına Türk-İslam sentezi adı altında bir proje başlatıldı. Peşinden dinci, etnik milliyetçilik yapan siyasi partiler kuruldu. Sağ ve sol siyaset diye iki ana akım olarak ideolojik bölünme sermayeci ve sermaye düşmanı kamplaşmasına sebep oldu. Bütün bu süreçlerde Atatürk ile aldatmak moda oldu. Devrimi Atatürk'ün resimlerinin arkasına sığınarak halka şirin görünmek amacıyla bu maskeyi kullandılar. Nato sonrası Amerikan gizli örgütü CIA ülkede adeta cirit atmaya başladı. Sermaye sahipleri teslim alınmış güçlendiriliyor, ordudan devşirme subaylar ele geçirilmek suretiyle kendi aleyhine bir durum olduğunda darbe yaparak yeniden sömürge rotasına ülke dizayn ediliyordu. Bütün bunlar sağcı, dinci, sermayeci ve işbirlikçi siyaset ve iktidarlar ile yapıldı. 12 Eylül süreci sonrası büyük darbenin vurulduğu bir dönem olacaktı. Nitekim 24 Ocak 1980 kararlarını sermaye aracılığıyla ekonomiyi zora sokma gücünü ele geçirince siyasete ulusal kalkınma ve üretim ekonomisinin ruhuna Fatiha okuma süreci başlatıldı. Peşinden faşist bir darbe ile yönetim askere geçti. Siyasi partiler yasası ile siyaset iktidar ve muhalefet olarak batı sömürgesi demokrasisi adı altında seçilmiş kişilere teslim edilerek demokrasi tamamen yok edildi. 12 Eylül faşist darbesi üretim araçlarının işbirlikçi sermaye ve istilacı sömürgeci küresel şirketlere geçmesi için yapıldı. Son yirmi yıl din ile aldatan siyasi ideoloji ile bu talan operasyonunu halk medya, tüketim ve din ile uyuşturularak gerçekleştirdi. Anadolu'ya olta 1940'lı yıllarda atıldı. Sonra o olta ülkede ne bulsa avladı. Oltanın çıkarına ters gelen ne varsa ortadan kaldırıldı ya da sistemin dışına itilerek tasfiye edildi. Bugün bu işbirliçi sermaye ne diyor; artık devletler yok şirketler var. Ne demek bu? Devlet yurttaşlığı bitti şirketlere müşteri olarak köle devri başladı demektir. Biz ne üretir kaça satarsak onu o fiyattan alacaksınız demektir. Bu bir ulusal güvenlik sorunudur ve savaş sebebidir. Bunların kimler olduğunu çıkarttık ortaya. Darbeci Kenan Evren'e mektup yazarak emrindeyim sende bizim istediklerimizi bir an önce yap diyen işbirlikçi sermaye sahibinin kim veya kimler olduğunu artık bilmeyen öğrenmeyen kalmadı. Dur demenin yeter artık demenin zamanı geldi. Yarım asırlık hayatımın kırk yılı bu zulümle mücadele ile geçti. Deşifre oldular. Bundan sonra hiçbir işbirliçi bu ülkede destek göremeyecek. Tek dertleri bütün bu hileli düzenler ile ele geçirdikleri gücü koruyan sürdürülebilir sömürge düzenini kurmaktır. Siyasette ki tüm çalkantı ve sömürge adına çırpınmanın amacı budur. Hiçbirine geçit yok. Irak'ta, Suriye'de, Yunanistan ve ege adaları, Ukrayna ve Rusya savaşı bize karşı bir kuşatma amaçlı saldırıdır. İç kavgayı bir kenara bırakarak birlik ve beraberlik içinde egemenliği yeniden Türk Milletine geri teslim ederek ikinci kurtuluş savaşını vermek zorundayız. Bu savaşın adı üretim araçlarını kamulaştırma yoluyla ulusal kalkınma ve planlı üretim ekonomisinin yeniden başlatılması olacaktır. Rusya ve Çin bu hegemonyaya karşı yeter dediler. Sıra bizdedir. Bu laboratuvardan çıkan sonuçlar bizim daha çok işimize yarayacak. Dost kim? Düşman kim? Ayan beyan ortada. Her insan safını doğru seçmek zorunda kalacak. Rötgeni, raporları, travmaları ile ortada. Bir asır sonra bir asır öncesinde olduğu gibi insanlığın beşiği Anadolu insanı emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine yeni bir tokat daha atacak. İnsanlık adına bir laboratuvar olacak ülkemiz. Bunu yine insanlık adına insanlık ile yapacağız. Bu adaletsizliği adalet ile ortadan kaldıracağız. ][ Önder KARAÇAY ][Psikolojik Köleler!Allen Carr yıllar boyunca sigara içti, sonra bir kliniğe gittiğinde ona kendisinin bağımlı olduğu için sigara içtiği söylendi. Allen o an şok oldu. Bağımlı olması demek keyif ve desteğin olmaması demekti. Bütün bunların bir efsane olması demekti. Allen bunu fark ettiği an, son kez sigarasını içti ve bir daha sigara içme arzusuna karşı koymak yerine böyle bir arzu hissetmemeye başladı. Bu yöntemi genişletip dünya çapındaki kliniklerini açtı ve milyonlarca insanın kurtulmasına yardım etti. Yöntem kesinlikle reklam yapmaz. İsmini duymama ihtimaliniz yüksek. Zira buradaki kitabı bile yeterince okunmamış, oysa bazı insanlar bu yöntemle bıraktıklarında o kadar minnete geliyor ki gidip çocuğunun adını “Emre” koyuyor Allen Carr Türkiye kurucusu. Ben bir sigara bağımlısı değilim. O halde neden bu kitabı okuyorum? Bu sorunun cevabını açıklamadan önce kendimize özgür diyen bağımlı beyinlerimizi bir sorgulayalım. Telefon, insan, uyuşturucu, alkol, sevgi, gösteriş… Bağımlılıklar denince akla hep maddeler gelir. Doğa ve insanlar…İnsan olarak birçok şeye bağımlıyız. Yoksunluk çekmeler, onsuz yaşayamamalar, fiziksel hisler, telefon elinden alındığında ağlayan bir çocuk, sosyal medyaya girmeden duramayan bir kız, kibrini tatmin etmeden rahat edemeyen bir çalışan… Hepimiz bir şeylere bağlıyız ama bu bir seçimdir. Ama bağımlı olmak! Bu bir seçim değil, bir tuzaktır. Sosyal medyada, şekerde, ünlülerde ve nicelerin de… Ahmet Tanpınar; “İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir.” der. Sigaraya kimse istediği için başlamaz. Bu büyük bir yanılgıdır. Devlet kampanyalarının hepsinde veya sigara içen bir yakını uyarırken hep bu sözler söylenir; “İçme bak ölürsün”, “Sigara öldürür”, “Sigara akciğer kanseri yapar”. Bunları bağımlımız daha en baştan itibaren bilmektedir ve bunlar bırakmasını sağlamaz ki bunları bilerek bağımlı olmuştur. Bir tane almıştır ve kafasında “bir taneden bir şey olmaz” düşüncesi vardır. Öksürükler ve hırıltılar… İğrenç bir şeydir. Güven, ego ve kibir devreye girer. “Böyle iğrenç bir şeye… ben… bağımlı olacağım… yok sende…” Çoktan bağımlı olmuştur. Bağımlılığın aşamalarındaki en zor kısım bağımlı olduğunu kabul etmektir. Döngü şöyle işler; 1-Bir kereden bir şey olmaz 2-Arada içiyorum 3-Keyif ve zevk veriyor 4-Sadece alışkanlık 5-Bırakamıyorum 6-Daha bıraksam ne olur 7-Öluyorum. O uzatılan bir paket. Sigaranın bu kadar zararlı olmasına rağmen içilmesinin nedeni nedir? Bu zarar değmeli değil mi? Asla değmez, sigara vadettiği şeyi asla vermez. Dışarıdan bağımlı olmayan biri, sigara içen birine baktığında bu kadar zülüm çeken birinin sigara içmesi için müthiş bir kazanım elde etmesi gerektiğini düşünür, oysa durum tam tersidir. Bağımlı olmuştur ve bırakamaz, kazanım falan yoktur. Sigarayı bırakırken hep sağlık risklerinden korkarız. Ya da paramız yetmez. Herkes bizi aşağılar. Ama sigarayı bunlar bıraktırmaz. Bu neden kaynaklanır? Allen Carr olaya doğru taraftan bakmayı başarmıştır. Mesele bunlar değil, mesele ne kazandığımızdır. Sigara içen biri, böbrekleri hatta bacaklarına bile değecek bir şey kazandığını sanır. Bunu doğa, keyif yanılgısı ve dopamin oyunu olarak paketler. VE karşınızda doğanın, endüstrinin ve insanların kurduğu büyük tuzak; NİKOTİN TUZAĞI. Keyif yanılsaması garip bir olayıdır. Sigara içen bir şey kazandığını sanır. Vücut ötesinde neler olduğuna bakalım. İlk içilen sigara berbat olmuştur, bu su götürmez bir gerçek. Bir saniye! Öncesinde bir şeye temas etmeliyiz ama İmgeler ve ünlüler… Sigara, ekranda hep havalı ve karizmatik olarak görülmüştür. Büyümenin kısa yoludur. Ekranda stres anında, canı sıkılırken, konsantre olmak için hep pipo içen bir imge… İnsanlar içmeden dahi sigaranın müthiş bir şey olması gerektiğine inanmıştır. Kimin bağımlı olduğuysa sadece değişik faktörlere bağlıdır. İçmeyenler dahi buna değecek bir şey olması gerektiğini düşünür. Sigara içenler bu konuda sizi daha zorlar. Buna değmesi gerektiğini düşünürler. Sigara + 18 bir üründür. 18 yaşından büyük hissetmenin kısa bir yoludur ki gençlerin birçoğu belki de bu yüzden tuzağa düşmüştür. Her sigara içen ünlü, başkasından sorumludur. Kendimizi umursayarak veya “sadece ben içiyorum sanane” diyerek içtiğimiz sigaralar diğer herkesin başlamasından sorumludur. Zira sigara firmaları reklam yapamaz. Böyle imgelerle yüklü beyin ilk sigarayı almada şüphede olsa da çünkü bir yandan da ne kadar zararlı olduğunu biliyordur- insan dışında hiç canlı nikotine yanaşmaz. merakı galip gelir. Vücudun buna tepkisi keyifsel değildir tam tersi zehir olarak görür ama beyin önceden aldığı imgelerle buna bağımlı olmayacağını düşünür. Çoktan bağımlı olmuştur bile. Peki başta sorduğum soru, ne demeye çalışıyorum? İnsanlık tarihinde kendi eliyle özgürlüğünü bu kadar rahat satan başka bir nesil yoktur herhalde! Özgürlük… Neydi bu kavram? Hani insanların birbirini öldürdüğü, bağımsızlık uğruna kanların döküldüğü kavram. Bunca olaydan sonra kendi elimizle kendimizi bağımlılıklara vermemiz…ama bir saniye … kendi elimizle dedim değil mi? Buda bir kandırmaca oluyor. Kendimizin tek suçu bunu bırakmamak, kimse kendi eliyle bağımlı olmaz. Bunu asla istemeyiz. Bağımlı olanların tek düşüncesi, ileride bir gün bırakacağıdır ama o gün asla gelmez. Ta ki ölüm dışında… Durup bir kendimize bakalım. Kendimize nasıl özgür diyeceğiz. Elimizden alınacak olsa yaşayamayacağımız şeyler var hepimizin. Hangimiz kendi isteğimizle seçimlerimizi yapıyoruz? Kölelik uzun süre önce kalktı ama bu sefer devam eden kölelik PSİKOLOJİK KÖLELİK! Yemek Sektörü, Bankalar, İnsanlar, Televizyon, Medya… Bizi bizden başka kimse düşünmez. Bu insanların tek düşündüğü doğamızda olan kusurları bulup bizi ömür boyu köle etmektir. Ki bunun yolunu çok iyi öğrenmişlerdir. Dopamin, nöratransmitterler, beyinin keşfedilmesi, bilimin gelişmesi… Ne kadar da insanlık için faydalı buluşlar oldu değil mi? Kitap 4 günde sigarayı nasıl bırakabileceğinizi sıra dışı bir yöntemle anlatır. Bildiklerinizi unutun! Şok tedavilerini unutun. Sigara içmeniz gerekmez, gene de okuyun. Allen Carr bu yöntemin diğer birçok alanda da bizi bağımlılıklarımızdan kurtaracağını anlamış ve o alanlara da yönelmiştir. Öyle ya , aşkının peşinde nefes alamayan bir aşık sevdiğine bağlı mıdır bağımlı mı? Kitaptan bir alıntı ile bitirmek istiyorum. Sigarayı veya bağımlılıkları bıraktığımızda gelecek o özgürlük hissi ile... Kötü bir şeyden kurtulmanın neşesiyle vardığımız o keyfi betimleyen ve özgürlüğü anlatan bir alıntı ile.. “Parlak gün ışığına çıkıp esintiyi yanaklarında hissettikleri anda bir an için ellerini gözlerine siper ederler. En sonunda gözlerini kısmayı bırakıp açarlar ve özgürlüklerini algılarlar.”Din . İNSANİnsanın Kur'ân-ı Kerim'de Geçen 7 Zayıf Noktası.. Cenâb-ı Hak, insan fıtratına fücûr ve takvâ tohumlarını ekmiş ve ona her iki alanda da terakkî ve tedennî imkânı sunmuştur. Bu bakımdan insan hâlet-i rûhiyesinin müsbet ve menfî olmak üzere iki vechesi bulunmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de insanı nefsin vartalarına düşmekten korumak, onu hayra ve takvâya istikâmetlendirmek için daha ziyâde insan psikolojisinin zaaf noktalarına temâs edilmiştir. 1- İnsan Çok Zâlim ve Câhildir Âyet-i Kerîmede şöyle Buyrulur “Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar, bunu yüklenmek­ten çekindiler, mes’ûliyetinden korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o, çok zâlim ve çok câhildir.” el-Ahzâb, 72 Âyet-i kerîmede geçen “emânet” umûmiyetle insanın Rabbine karşı mes’ûliyetini yâni dînî emirleri yerine getirmekle mükellef olmasını ifâde eder. İnsan bu emâneti “akıl” ve bunu kullanma kâbiliyeti olan “irâde” melekesiyle îfâ edecektir. Sâdece insana tevdî edilen bu emânet, onu diğer bütün mahlûkâttan ayıran vasıftır. İnsanın dünya hayatında imtihâna tâbî tutulması da, bu emânetin kendisine tevdî edilmesi sebebiyledir. Âyet-i kerîmede emânetin yerlere, göklere ve dağlara teklif edilmesi, onların da bu teklîfi reddetmesi, cemâdât olarak bildiğimiz varlıkların bile emânetin mükellefiyetinin ağırlığını fark edebilecek bir şuura sâhip olduğunu göstermektedir. “Biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik Allâh korkusundan onu baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. Bu misâlleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz.” el- Haşr, 21 âyet-i kerîmesinden de anlaşıldığı gibi cemâdâttan olan dağlar bile ilâhî emirlere karşı hissî ve fiilî aksülamellerde bulunabilecek varlıklardır. Cenâb-ı Hak, insanın çok zâlim ve çok câhil olduğu için mes’ûliyetten korkmadığını ve “emânet”i yüklendiğini bildiriyor. Zulmün zıddı “adl”dir. Adl, aynı zamanda amel-i sâlih mânâsında kullanıldığından, zulme düşmemek için bolca sâlih amel işlemeye gayret etmek gerekmektedir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Asr Sûresi’nde insanın hüsrandan kurtulması için sâlih amel sâhibi olmasının zarûretinden bahseder. Cehlin zıddı ise “ilim”dir. İlim de zâhirî ve bâtınî olmak üzere iki çeşittir. İmâm Gazâlî -kuddise sirruh-, hakîkî ilmin bu iki çeşit ilmi cem etmeye bağlı olduğunu şu şekilde ifâde etmektedir “Hakîkî âlimler, yâni peygamber vârisleri, zâhirî ve bâtınî ilimleri cem eden âlimlerdir!” Cenâb-ı Hak diğer bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur “Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibâdet eden, âhiret azâbından sakınan ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse o inkârcı gibi midir? Rasûlüm! De ki Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak selîm akıl sâhipleri ibret ve öğüt alır.” ez-Zümer, 9 Zemahşerî, bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde şöyle der “Allâh Teâlâ bilenler ifâdesiyle tâat ve ibâdet eden kimseleri, bilmeyenler ifâdesiyle de böyle olmayan kimseleri kasdetmiştir. Böylece kânitleri, yâni tâat ve ibâdet edenleri âlimler saymıştır ki bununla, ameli olmayanın gerçek âlim olmayacağına dikkat çekmektedir. Dolayısıyla bu âyette ilimleri az olup sonra da itaat ve ibâdette bulunmayan, hem de o ilimlerine aldanarak dünya husûsunda fitneye düşen kimseler için büyük bir ayıplama vardır. O hâlde bunlar Allâh katında câhil kimselerdir.” Keşşâf, V, 156 Âyet-i kerîmeler muktezâsınca, “amel-i sâlih” sâhibi olup zâhirî ve bâtınî ilmimizi irfâna dönüştürebildiğimiz nisbette “zalûm” ve “cehûl” sıfatlarından kurtulmuş oluruz. Yâni bu mânevî hastalıkları tedâvî etmek için ilmî sermâyenin yanında kalbî sermâye de lüzumludur. Ayrıca yukarıdaki âyet-i kerîmelerde Allâh -celle celâlühû-, insanın, ilâhî esrâr ve azametten gâfil olarak yaşaması netîcesinde dûçâr olacağı bedbahtlığı da bildirmektedir. Mesnevî şârihi Tâhiru’l-Mevlevî, insanın yüklendiği bu mes’ûliyetin ağırlığını şöyle dile getirir Eli boş gidilmez gidilen yere; Rabbim, boş gelmedim ben suç getirdim!.. Dağlar çekemezken o ağır yükü; İki kat sırtımda pek güç getirdim!.. 2- İnsan Acelecidir Allâh Teâlâ insan psikolojisinin bu husûsiyetini şöyle beyân buyurmaktadır “İnsan, aceleci bir tabiatta yaratılmıştır…” el-Enbiyâ, 37 “İnsan, hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan çok acelecidir!” el-İsrâ, 11 İnsan hayrı istediği gibi, şerri de ister ve yaptıkları ile onu dâvet eder. Bunun sebebi insanın pek aceleci olmasıdır. Sabır ve tahammül zor geldiği için sonra olacak şeyin vaktinden önce hemen olmasını taleb eder. Bu davranış ise zaman zaman istenmeyen bir netice ile sonuçlanır. Nitekim Mecelle’de “Kim bir şeyi vaktinden evvel isti’câl eyler ise mahrûmiyetle cezâlandırılır.” Yâni bir şeyin vaktinden önce acele olarak gerçekleşmesini isteyen kimse, o şeyden mahrum edilmek sûretiyle cezaya dûçar kılınır, denilmiştir. İnsanın aceleci vasfının bir tezâhürü de onun kolay elde etme iştihâsında olmasıdır. Zîrâ o âhiret saâdetini, dünyada yaşamak ister. Bu sebeple insanların birçoğu âhireti bırakır da dünyaya meyleder. O büyük âhiret mükâfâtına ehemmiyet vermediği gibi o acıklı azâbı da düşünmez. Aceleciliğinden dolayı hayır ve şerri birbirinden ayırmadığı için âkıbetini hesâba katmaz. Âyet-i kerîmede insanın bu aldanışı şöyle beyân buyrulur كَلاَّ بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَتَذَرُونَ اْلآخِرَةَ “Hayır! Doğrusu siz âcil olan dünya hayatını seviyorsunuz ve âhireti bırakıyorsunuz.” el-Kıyâme, 20-21 Gerçekten insan, öfkelendiği, bir sıkıntıya düştüğü ve güçlüklerle karşılaştığı zaman, muhâtaplarına çok ko­laylıkla bedduâ edebilmektedir. Hâlbuki bu zor ve güç durumlardan sabır ve me­tânetle kurtulmaya çalışmak gerekir. Ancak aceleci yapısı ile insan, böyle durum­larda ümitsiz ve kötümser bir hâlet-i rûhiye içinde, bâzen de teessürünün çokluğundan “Allâh’ım, cânımı al da, beni bu sıkıntıdan kurtar!” gibi sözlerle kendisi için bedduâ eder ki, bunlar aslâ doğru değildir. Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatır “Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- son derece zayıflamış bir hastayı ziyâret etti ve –Allâh’a bir şey için duâ ediyor muydun veyâ O’ndan bir şey istiyor muydun?» diye sordu. Hasta şöyle cevap verdi –Evet. Allâh’ım! Bana âhirette vereceğin cezayı bu dünyada hemen peşin olarak ver, diye duâ ederdim.» Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu –Sübhânallâh! Senin buna gücün yetmez. Şöyle duâ etseydin olmaz mıydı? Allâh’ım! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azâbından koru!» Bunun üzerine adam bu duâyı yaptı ve şifâ buldu.” Müslim, Zikir, 23/2688; Tirmizî, Deavât, 71/3487 Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- diğer bir hadîslerinde şöyle buyurmuştur “Başına bir musîbet geldi diye hiçbiriniz ölümü temennî etmesin. Mutlaka böyle bir şey temennî etmek zorunda kalırsa Allâh’ım, benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda ölüm hayırlı olduğu zaman da beni öldür.» desin.” Buhârî, Merdâ, 19; Deavât, 30; Müslim, Zikir, 10, 13 Bundan dolayı mü’minler, bedduâ etmemeli, sabır ve ihtiyat ile hayra nâil olmak için duâ etmeli, faydalı hizmetleri yapmaya çalışıp hayra dâvet etmelidir. Âyet-i kerîmede tavsiye buyrulduğu üzere “…Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik, âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azâbından muhâfaza eyle.” el-Bakara, 201 diye niyazda bulunmalıdır. 3- İnsan Menfaatine Çok Düşkündür İnsanın bu vasfını anlatan bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır “İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda ona sevinirler. Şâyet yaptıklarından ötürü başlarına bir fenâlık gelse, hemen ümitsizliğe düşüverirler.” er-Rûm, 36 Aslında Allâh’ın lutuf ve rahmetiyle sevinmek men edilmemiş, aksine emredilmiştir.[1] Fakat bu sevinçten maksat, nîmet vereni tanıyarak, hamd ve şükrünü idrâk ederek sevinmektir. Burada ise nîmet vereni hesâba katmayıp sadece nîmete güvenerek şımarıp hevâlarına uyan kimselerin hâli açıklanmaktadır. Nitekim Kur’ânî ifâdeyle “…Sakın şımarma! Muhakkak ki Allâh şımaranları sevmez.” el-Kasas, 76 buyrulmaktadır. Böyle kimseler ibâdet etseler bile, dünya menfaati için ederler. Sırf nîmete güvendikleri için kendi yaptıkları şeyler sebebiyle başlarına bir fenâlık gelse derhal ümitsizliğe düşerler. Allâh’ın rahmetinden tamamen ümit keserler. Çünkü teslîmiyetleri, Bâkî olan Allâh’a değil, fânî şeyleredir. İnsanın menfaat-perestliği âyet-i kerîmede ne güzel tasvir edilir “İnsanlardan kimi Allâh’a şüphe ve tereddüt içinde yalnız bir yönden kulluk eder Kendisine bir iyilik dokunursa, buna pek memnun olur; bir de musîbete uğrarsa, çehresi deği­şir dînden yüz çevirir. O, dünyâsını da, âhiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyânın ta kendisidir.” el-Hacc, 11 Kimi insan da, nefsânî arzulardan kurtulamadığı için kendi zâviyesinden Allâh’a ibâdet eder; gönülden ve içten gelerek değil, belli bir maksat için gâfilâne bir şekilde dindarlık eder. Böyle kimselerde zikir dilde kalmış, kalb mahfazasına yerleşmemiştir. O kişi eğer kendisine bir iyilik gelirse sevinir, bir belâ geldiğinde ise hakîkatten yüz çevirir. 4- İnsan Allâh’a Karşı Pek Nankördür Âyet-i kerîmede “Şüphesiz ki insan Rabbine karşı pek nankördür. Elbette buna kendisi de şâhittir.” el-Âdiyât, 6-7 buyrulmaktadır. İsrâ Sûresi’nde geçen şu âyetler ise gâfil insanın bu husûsiyetini canlı bir şekilde anlatarak, bu tiplerin rûh hâllerinin içinde bulundukları şartlara göre nasıl değişkenlik arzettiğini şöyle ifâde etmektedir “Denizde başınıza bir musîbet geldiğinde, O’ndan başka bütün yalvardıkları­nız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında, yine eski hâlinize döner­siniz. İnsanoğlu çok nankördür. O’nun, sizi karada yerin dibine geçirmeyeceğinden, yahut başınıza taş yağdırmayacağından emîn misiniz? Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız. Yahut O’nun, sizi bir kez daha oraya denize gönderip üzerinize bir kasırga yollayarak, inkâr etmiş olmanız sebebiyle sizi boğmayacağından emîn misiniz? Sonra, bundan dolayı kendinize intikâmınızı almak için bizi arayıp soracak bir destekçi de bulamazsınız.” el-İsrâ, 67-69 Diğer bir âyet-i kerîmede ise şöyle buyrulur “Fakat insan, Rabbi kendisini imtihan edip ikramda bulunduğu ve nîmet verdiği zaman Rabbim bana ikram etti.» der. Onu imtihân edip rızkını daralttığında ise Rabbim beni tahkir etti, önemsemedi.» der.” el-Fecr, 15-16 Yüce Rabbimiz kulunu, sabrı nisbetinde mükâfâtlandırmak üzere her an imtihan etmektedir. Bu esnâda rızkı daraltılan, sıkıntılara mübtelâ olan pek çok insan, bunun ilâhî hesapta bir kolaylık, âhirette büyük bir ecir olacağını, dolayısıyla ilâhî bir ikram ve muhâfaza olduğunu düşünmeden; “Rabbim bana hor baktı, beni küçümsedi” diye gücenir. Rabbinin üzerindeki nîmetlerini düşünemez hâle gelir. Rızık az da olsa yine onun şükrünün edâ edilmesi gerektiğini ve azın kıymetini bilmeyenin, çoğun kıymetini de bilemeyeceğini idrâk edemez. Rabbinin bunlar vesîlesiyle kendisini imtihan etmekte olduğunu aklına getirmez. Hâlbuki Cenâb-ı Hak “…Sizi bir imtihan olarak şerle de hayırla da deneriz…” el-Enbiyâ, 35 buyurmaktadır. İnsan bu durumun şuurunda olmazsa bu menfî duygular nihâyette onu küfre kadar sürükleyerek kendisini yaratan Yüce Rabbine karşı hasım hâline bile getirebilir. Çünkü onun nazarı fazîlete değil, dünyanın gelip geçen boş sevdâlarına yönelmiştir. Âyet-i kerîmede buyrulur “Allâh insanı bir nutfeden yarattı. Bir de bakarsın ki o, Rabbine karşı açık bir hasım kesilmiştir!” en-Nahl, 4[2] 5- İnsan Harîs ve Cimridir İnsanın cennetten çıkarılmasında büyük payı olan bu mezmum sıfatlar, terbiye edilmediğinde dünya ve ukbâ hayatı için en büyük tehlikelerden biri hâline gelir. Rabbimiz bu nevî sıfatların mü’minde olmasını istememektedir. Cenâb-ı Hak bu hususta kullarını îkâz ederek şöyle buyurur “Hayır! Doğrusu siz, yetîme ikrâm etmiyorsunuz; yoksulu yedirmeye birbiri­nizi teşvîk etmiyorsunuz! Haram helâl ayırmaksızın mîrâsı hırsla yiyorsunuz. Malı aşırı derecede seviyorsunuz!” el-Fecr, 17-20 “Gerçekten insan, pek hırslı ve sabırsız yaratılmıştır. Kendisine fenâlık dokunduğunda, sızlanır, feryâd eder, ona imkân verildiğinde ise cimrileşir, pinti kesilir.” el-Meâric, 19-21 “Gerçekten insan dünya malına son derece düşkündür, onu çok sever.” el-Âdiyât, 8 Âyet-i kerîmede dünya malı için “hayr” tâbirinin kullanılmasının sebebi, insan fıtratının ona meyletmesi, çoğu insanın dünya menfaatinden dolayı onu mutlak hayır zannetmesidir ki, âyette bu zan kötülenmiştir. Yâni insan, mal ve serveti mutlaka “hayır” sanarak sevdiği için cimridir, eli sıkıdır. Allâh için o malın hakkını vermek, hayra sarfetmek, umûmun menfaatine hizmet etmek istemez, kıskanır. Onu kazanmak husûsunda çok güçlü ve hırslı olurken, sıra o malın şükrünü ödemeye gelince zayıflığını ileri sürerek nankörlük eder ve infaktan kaçınır. Kalem Sûresi’nde Allâh’ın verdiği nîmetlere nankörlük edip şükrünü yerine getirmeyen bahçe sâhiplerinin dûçâr oldukları hazîn âkıbet, acıklı sahneler hâlinde sergilenmektedir.[3] Bu kötü sıfatları taşıyanlar için Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır “İnsanları arkadan devamlı ayıplayıp çekiştiren hümeze, yüzlerine karşı da onlarla alay etmeyi âdet edinen lümeze her kişinin vay hâline! O, malı toplar ve onu sayıp durur. Malının gerçekten kendisini ebedî kılacağını sanır. Hayır, yemin olsun ki o Hutame’ye atılacaktır.” el-Hümeze, 1-4 “De ki Eğer Rabbimin rahmet hazînelerine siz sâhip olsaydınız, o zaman dahî harcamakla tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Zaten insan çok cimridir.»” el-İsrâ, 100 6- İnsan Kıskanç ve Hasetçidir İnsan fıtratındaki mezmum sıfatların en tehlikelilerinden biri de kıskançlık ve hasettir. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur “…Nefsler kıskançlığa meyilli olarak yaratılmışlardır…” en-Nisâ, 128 “Yoksa onlar, Allâh’ın lutfundan verdiği şeylerden dolayı insanları kıskanıyorlar mı?..” en-Nisâ, 54 Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hasetten sakındırarak onun zararını şöyle haber vermektedir “Haset etmekten sakının. Zîrâ haset, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi iyilikleri yer bitirir.” Ebû Dâvûd, Edeb, 44 Cenâb-ı Hak bu çirkin vasıftan kurtulmak için infak ve îsâra ehemmiyet vermek gerektiğini bildirerek şöyle buyurmaktadır “…Kim nefsinin hırs ve cimriliğinden korunursa işte onlar felâha erenlerin ta kendileridir.” el-Haşr, 8 7- İnsan Zayıf Yaratılmıştır Allâh Teâlâ diğer mahlûkâtı doğumlarından kısa bir süre sonra hemen hayata intibak edebilecek ve kendi başına yaşayabilecek bir kuvvette yarattığı hâlde, insanı uzun bir müddet başkalarının bakımına ve muhâfazasına muhtaç, âciz ve zayıf bir durumda yaratmıştır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur “Allâh sizi önce zayıf olarak yarattı, zayıflığın ardından size kuvvet verdi, kuvvetin ardından da tekrar bir zayıflık ve ihtiyarlık verdi…” er-Rûm, 54 İnsan, güçlü kuvvetli olduğu gençlik dönemine aldanarak Allâh’a karşı isyana dalmamalıdır. Zîrâ bu kuvvetin ardından muhakkak bir za’fiyet ve tükeniş dönemi gelecektir. İhtiyarlıkta duyulan pişmanlık ise elden kaçırılan fırsatları geri getirmeyecek, rûhun hasret ve ıztırâbını dindiremeyecektir. İnsanın bu hazîn âkıbeti âyet-i kerîmede şöyle bildirilmektedir “Ki­me uzun bir ömür ve­rir­sek, biz onun ya­ra­tı­lı­şı­nı güç ve kuv­ve­ti­ni ala­rak ter­si­ne çe­vi­ri­riz. Hiç bu man­za­ra­yı dü­şün­mü­yor­lar mı? Bu ib­ret­li yol­cu­lu­ğu id­râk et­mi­yor­lar mı?” Yâ­sîn, 68 Fizyolojik yapısı itibâriyle birçok za’fiyet taşıyan insan, aslında psikolojik yönden daha büyük bir za’fiyet içindedir. Bu iki yöne de işâret eden âyet-i kerîmede “…İnsan zayıf yaratılmış­tır.” en-Nisâ, 28 buyrulmaktadır. Cenâb-ı Hak insanın irâde, hâfıza ve azim yönünden zayıflığını Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ın şahsında şöyle ifâde eder “Şüphesiz daha önce Âdem’le yasak ağaçtan yememesi husûsunda ahitleşmiştik, fakat o bunu unuttu. Biz onu fazla azimli bulamadık.” Tâhâ, 115 Nitekim “insan” kelimesinin iki ayrı kökten müştak olduğu söylenir. Birincisi, unutma mânâsındaki “nisyan”dır. Âyet-i kerîmede ifâde edildiği gibi Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- Allâh ile yapmış olduğu ahdi unutmuştur. İkincisi ise “ünsiyet”tir ki, insan bulunduğu yere çabucak alışır, ülfet eder ve âdeta o yerin rengine boyanır. Allâh Teâlâ’nın, birçok âyet-i kerîmede zayıflık ve acziyetinden bahsettiği insanoğlunun kibirlenip böbürlenmesini gerektirecek hiçbir sebep olamaz. Üstelik Cenâb-ı Hak insanı sevimli ve hoş görünümlü bir alın teri veya göz yaşından değil de atılmış değersiz bir sudan yaratmıştır. Bu yüzden ona yakışan, Yaratıcı’sının sonsuz kudreti karşısında acziyet ve hiçliğini idrâk etmesidir. Nitekim insan, bu hususta şöyle îkâz edilmiştir “Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma! Çünkü sen ağırlık ve azametinle ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin!” el-İsrâ, 37 İnsanda kulluk temâyülü fıtrîdir. Bu bakımdan ya nefsânî temâyüllerine, yâni dünyevî menfaatlerine, ya da Rabbine kul olacaktır. Rabbine lâyıkıyla kul olabilmesi için de nefs engelini aşması lâzımdır. Bunun için Elest Bezmi’ndeki “Evet, Sen bizim Rabbimizsin!” ahdine sâdık kalması îcâb eder. Rûh, Rabbiyle bu ahdi gerçekleştirirken herşey ayân idi. Melekleri görüyor, azamet-i ilâhiy­eyi kolayca seyrediyordu. Lâkin and veren bu rûh, -hadîs-i şerîfte ifâde edildiğine göre- ana karnına 120. günde üfürülünce, beş duyunun esâretine girdi. Nefs engeli ile karşılaştı. Letâfetten kesâfete bürünerek perdelendi. Ancak ona bu kesâfetten kurtuluşun yolu da gösterildi. İnsan bu beş duyusunu, Allâh’ın ihsân ettiği mânevî istîdâdlarla ve O’nun arzu ettiği istikâmette tezkiye etmesi ile nefs engelini aşmış olur. Beş duyunun istikâmete girmesi ise, ancak kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesi ile mümkündür. Bunun sonunda kesâfet azalır, letâfet artar ve kalb, hakîkatleri alıcı hâle gelir. “Âdem’e şekil verdiğim ve ona rûhumdan üflediğim zaman!..” el-Hicr, 29 âyetinde beyân edilen rûh, “emir âlemi”nden gelen rûh-i sultânîdir. Fânî olan cesedin içine girmiştir. Hazret-i Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, bu rûh-i sultânînin ce­sedin içinde kaybolmaması ve cesede hâkim olması için şu misâli verir “Ayran içinde yağ, nasıl gizli ve görünmez bir hâldeyse, ceseddeki rûh da öyledir.” “Yağın meydana gelmesi için, ayranın dövülmesi lâzımdır.” “Tıpkı bunun gibi, sultânî rûhun da, bedeni, yâni cesedi kontrol altına alması için mücâhede, riyâzât ve birtakım mahrûmiyetlere sabretmesi şarttır.” Kalbin; kesâfetten, yâni süflî dünyâ lezzetlerinden kurtulup letâfete kavuş­ması, ilâhî duygularla dolu olması zarûrîdir. Aksi hâlde mârifetullâha vâsıl olmak mümkün de­ğildir. Merhûm Necip Fâzıl, bu kalbî hakîkati bir yakarış hâlinde ne güzel ifâde eder Bende sıklet, Sen’de letâfet… Allâh’ım, affet! Latîf’ten af bekler kesâfet… Allâh’ım, affet! Etten ve kemikten kıyâfet… Allâh’ım, affet! Dipnotlar [1] Bkz. Yûnus, 58. [2] Ayrıca bkz. Yâsîn, 77. [3] Bkz. el-Kalem, 16-33. Kaynak Osman Nuri Topbaş – Kur’ân-ı Kerim Işığında Nebiler Silsilesi – 1 🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹 Türkiye de Bu Müslüman Ülkesinde Beğeniler Çok Az En Azından 90 Milyonluk Bir Ülkede 80 Milyon Beğeni Olması Lazım 😥😥😥 🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹37 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.©2022 1000Kitap Web Uygulaması Tayyip Erdoğan'ın Karşısına Kim Çıkarsa Oy Veririm Diyenler Buraya! Hangisi Erdoğan Karşısında Daha Güçlü? Gezi sonrası muhalifler arasında sosyal medyadaki 'basgeç'' tartışmalarının en önemli argümanlarından olan ''RTE karşısına kim geçerse geçsin ona oy veririm'' bugün hala geçerliliğini koruyor. Her ne kadar apolitik bir argüman olsa da en son Belediye seçimlerinde muhalifler adına işe yaradığı göründü. HDPlisi İyi Partilisi CHPlisi Saadetlisi ve diğerleri büyükşehirlerde AKP adayının karşısında birleşti ve seçimi kazandılar. Peki bu ittifak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çalışır mı? Bu ankette siyaset dünyasından 10 isimle RTE'yi karşılaştırıyoruz. Hangisine oy verirsin? Anketin sonuna sürpriz 5 isim daha ekledik ; Onları da oylamayı unutmayın. Birileri Yine Rahatsız Olacak Devlet Kadınlara Ped ve Tamponu Ücretsiz Vermeli mi? İskoçya parlamentosu geçtiğimiz günlerde kadınlara ped ve tamponları ücretsiz dağıtım kararı aldı. İskoçya'da yapılan bir araştırmada okul ve üniversitelerdeki dört öğrenciden biri tampon veya ped alma konusunda zorlandığı gözler önüne serilmişti. Türkiye'de sizce kadın hijyen ürünleri ücretsiz dağıtılmalı mı?Yorumlarda buluşalım. Kuşak Farkı Genç ve Yaşlı Ünlüleri Kapıştırıyoruz! Farklı kuşaklardan ünlüleri kıyasladığımız bu ankette size tercihinizi soruyoruz. Bazen gençler çok sıkı, bazen de eskiler. Bazılarını kaybettik. Bazıları hala aramızda. Kararı sen ver! Ne varsa eskilerde var diyenlerden misin? Yoksa yeni nesil ünlüleri daha çok mu beğeniyorsun? Yorumlara buluşalım.. Beaulis Makyajın Anlatsın Halk Oylaması Başladı Birinciyi Seçme Sırası Şimdi Sende! OnedioxGratis ortaklığında gerçekleştirdiğimiz ve 6 gün süren Beaulis Makyajın Anlatsın yarışması sona erdi. Jüri kararıyla yarışmanın birincisi olan ve Beaulis’in yüzü olmaya hak kazanan kişi İrem oldu! 🎉Şimdi sıra sende! Hem makyaj yeteneklerini sergileyen hem de kendilerini ifade ederek Türkiye’nin yeni influencerı olmaya çalışan Makyajın Anlatsın kızlarından hangisi senin birincin oldu? Hadi oylamaya!Ben daha izlemedim diyorsan hemen linke tıklayıp kızları yakından tanı; Dev Türk Pop Müziği Anketi Tarafını Seç! Dev pop müzik anketimizle karşınızdayız! Birlikte anılan ya da dönem dönem rakip gösterilen isimlerden, Türkçe popun en bilinen şarkılarından hangilerini yanına alacaksın? 18

sıra sende türkiye birincisi kim oldu